FELSEFE VE YANITLAR

Felsefenin, genelde, -lisede okutulan ders kitaplarının da etkisiyle- yalnızca “soru soran, sorgulayan” bir etkinlik olduğuna, onu diğer bilgisel/bilimsel etkinliklerden ayıranın da bu olduğuna inanılır. Liseden sonra felsefeyle yakından ilgilenme olanağını yeniden bulamayan kişi, felsefenin kimi “ilginç”, kimi “tuhaf”, kimi “çarpıcı” görünen birtakım sorulardan oluşan kafa karıştırıcı bir alan olduğuna hükmederek ondan uzak durur. 

Aslında bu hüküm yalnızca felsefeye ilgisiz insanlara özgü de değildir; bugün pek çok felsefeci de felsefi etkinliğe yalnızca bu kadar bir işlev tanımaktan geri durmamaktadır. Oysa “soru sormak” ve “sorgulamak”, yalnızca bütün bilgisel/bilimsel disiplinler için söz konusu olmakla kalmaz, aynı zamanda bütün insanların da gerçekleştirdiği etkinliklerdir. 

Felsefenin neliği söz konusu olduğunda yalnızca “soru sorma” etkinliğiyle sınırlanmaya çalışılmasının iki nedeni var gibi görünmektedir. Birincisi, felsefede yanıtların önemsiz olduğuna inanılmasıdır. İkincisiyse, yanıtların önemi olsa bile, yalnızca ilginçlik bakımından önemleri olduğunun, bunların doğruluğunun ya da yanlışlığının önemsiz olduğunun düşünülmesidir. Felsefeyi felsefe yapan, sorularının niteliğinden çok, verdiği yanıtların niteliğidir. Herkes soru sorar, ama çok az kişi filozof sayılır. 2500 yıllık felsefe tarihi otuzbeş-kırk kişinin omuzları üzerinde yükselir. Bu az sayıdaki filozofu diğerlerinden ayıran, onların birilerinin hoşuna giden yanıtlar vermiş olmaları değil, insanların içinde yaşadıkları dünyadaki sorunlar karşısında -doğruluklarından dolayı- işe yarayan yanıtlar vermiş olmalarıdır.

Hiç yorum yok:

EN ÇOK OKUNANLAR