Goethe “Hiç kimse
affettiği zaman olduğu kadar yükselemez” der.
Yaşanan bütün acılara,
sıkıntılara, hayal kırıklıklarına ve ihanetlere rağmen affetmek.
Samimi, kalbimizin
derinliklerinden gelen bütün duygularımızla beraber ağzımızdan dökülen iki
kelimelik basit bir cümle: Özür dilerim ya da seni affettim diyebilmek.
Bu iki kelimeyi kanat yapıp,
huzur bulutlarında gökyüzüne çıkmak ve aşağılarda kendine, topluma ve olaylara
bakmak. Affedemeyen huzursuz ve mutsuz kalpleri görmek ve bir kere daha fark
etmek affetmenin kıymetini.
Bağışlamadan sonra kalbinizde
kin, kırgınlık ve kızgınlıktan zerrenin kalmaması demek affetmek.
Tamamen haklı olduğun bir konuda
bile, hatanın insana mahsus olduğunu bilip karşındakini sevgi, şefkat ve
hoşgörü ile bakabilmek.
Yapılan tıbbi araştırmlara göre strese, öfkeye tepki veren kişilerin, normal kişilere göre kalp hastalığı riskinin üç kat, kalp krizi riskinin de beş kat daha fazla olduğu saptanmıştır.
Birini affetmemenin vücuda
verdiği zararları;
- Kartizal hormon
seviyesinde yükselme,
- Nörolojik bozukluklar,
- Hafıza kaybı riski,
- Enfeksiyonlara yol açan proteinlerde artış,
şeklinde sıralanıyor.
- Nörolojik bozukluklar,
- Hafıza kaybı riski,
- Enfeksiyonlara yol açan proteinlerde artış,
şeklinde sıralanıyor.
İnsanların bir olayı ya da kişiyi
affetmemesi o insan üzerinde psikolojik baskı oluşturuyor. Öfkelenmek en başta kişinin ruh
halini olumsuz yönde etkileyen ve buna paralel olarak sağlığını bozan bir
durum.
Bağışlamak ise kişiye zor gelse
de “öfkenin getirdiği” tüm olımsuzlukları ortadan kaldıran, kişnin ruhen ve
fiziken sağlıklı bir yaşam sürmesine yardımcı olan güzel bir davranış şekli ve
üstün bir ahlak özelliğidir.
Affetmek demek, nefret
ettiğimiz kişiyi suçsuz ya da haklı bulduğumuz anlamına gelmez. O kişiyi ya da
olayı olduğu gibi kabüllenmek, ilişkiyi aynen sürdürmek, onu kucaklamak,
verdiği zararları aynen telafi etmek anlamına gelmez. Zihnimizde
yaşadıklarımızı silmek de değildir. Asıl duygusal anlamda unutmaktır.
Önce yaşamış olduğumuz şeyi kabul edip, bunun ayrılmaz parçası olan olay kişi
ya da kendimizi “o anı değiştirmenin mümkün olmadığını bilerek” o anı
bağışlamaktır.
Size bu konuda İkbal Gürpınar’ın
anlattığı bir örnek olayı veriyorum:
“Öğretmen ödev olarak her
öğrencini plastik bir torbada 5’er kg patates getirmesini ister. Öğrenciler bu
işten bir şey anlamadıkları halde sabah sıralarının üzerinde patates torbaları
ile öğretmenlerini beklerler. Öğretmen, torbadaki patatesleri boşalttırdıktan
sonra öğrencilerine şunu söyler;
- Şimdi, bugüne kadar
affetmeyi reddettiğiniz her kişi için bir patates alın, o kişinin adını
patatesin üzerine yazıp, torbanın içine koyun!
Öğrenciler denileni aynen
yapar. Kiminin torbasında birkaç, kimininkinde de çok sayıda patates olur.
Öğretmen;
-Bir hafta boyunca
nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız, evinizde,
yattığınız yatakta, bindiğiniz otobüste, yolda her yerde yanınızda olacak.
Aradan bir hafta
geçmiştir. Hocaları sınıfa girer girmez öğrenciler hemen şikayete başlarlar:
-Hocam bu kadar ağır
torbayı her yere taşımak zor. Hem sıkıldık, hem yorulduk.
Öğretmen gülümseyerek
öğrencilerine şu yanıtı verir:
-Görüyorsunuz ki,
affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz.”
Kendimizi özgür kılmak, beynimizdeki
kelepçelerden, ruhumuzdaki ağır yüklerden kurtulmak istiyorsak kendimize bir
iyilik yapıp “affetmeyi öğrenmemiz” gerekiyor.
Affetmeyi ve affedilmeyi umarak,
gereksiz yere hamallığını yaptığınız patates çuvallarını bırakmanız dileği ve
ümidiyle…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder