YAŞAMAK İÇİN KAÇANLAR - ECE TEMELKURAN


20/09/2004 tarihli Milliyet Gazetesi’nde yayınlanan Ece TEMELKURAN’ın köşe yazısı:

Her eğitimli, genç kadının kalbinde bir 'Ah Belinda' kâbusu yaşar... Hırçınsak bu yüzden. Yalan söylemeyi iyi biliyorsak, budur sebebi...

Film, tiyatro oyuncusu Müjde Ar'ın bir prova sırasındaki görüntüleriyle başlar. Tiyatro yapan, arkadaşlarıyla içen, gülen, sevgilisiyle sevişen bir kadındır Müjde Ar. Sonra, mecbur kalır "Belinda" adlı bir şampuanın reklam filminde oynar. Senaryo gereği, orta sınıftan, iki çocuklu bir annedir. Ortalama hıyarlıkta bir kocası vardır. Fakat çekim sırasında bir acayiplik olur. Belinda şampuanıyla saçını yıkarken gözünü kapar, gözünü açtığında gerçekten de o hayatın içindedir artık. Çocukların tıka basa makarna ve korkutucu bir Allah bilgisiyle doldurulduğu, kaynanaların kifayetsiz muhterisler olarak oturma odası imparatoriçeliğine oynadığı, bankada çalışılıp akşama da kocanın nikâhla meşrulaşmış tecavüzlerine maruz kalınan, hep diz altı etek giyilen ve eğlenmek için kadınların durmadan hizmet ettiği pikniklere gidilen bir hayat. Olaylar gelişir.

Ebeveynin yalan dünyası

Her kafası çalışan, sağlıklı kız çocuğu en geç 13 yaşında nefes almak için yalan söylemek zorunda olduğunu anlar. "Arkadaşlarla ders çalıştık" yalanıyla ilk aşk yaşanır, "Dershanedeydik" yalanıyla ilk öpüşme.      

Kendindeki insan hamurunu yok etmeye ikna olmayan kız çocukları yalan konusunda uzmanlaşmak zorundadır. Üniversiteye gelindiğinde, güç bela başka bir şehre kapak atıldığında karmaşık ve geliştirilmiş yalan kompozisyonu bozulmaz. Bu gizli ve ikiyüzlü bir anlaşmadır; aslında yalanlar böyle pürüzsüz bir kız çocuğu olduğuna inanmak isteyen büyükler tarafından söyletilir. Okullar bitip de "ekonomik özgürlük" kazanılınca en başından beri sürdürülen "yalan kimlik" bir anda bozulamayacak kadar "yapılandırılmıştır" artık. Gerçek, bundan böyle yalanla değil mesafelerle korunmaktadır orta sınıfın pisliğinden.
Yalanların söylendiğini değil, söylettirildiğini anlayacak kadar kitap okunmuştur.           

Hesabı hayattan sorulacak hiçbir şeyin hesabı sorulamaz. O yalanların kız çocuğunun ruhunda bıraktığı geçmez yaraların da üzeri, yeterince büyüdüğünde kendine ait bir hayatın olduğu (!) tesellisiyle örtülür.

Belinda evine geri dönüş

Bir gün bu yalanların biteceği fikriyle geçer zaman. Bir daha o boğucu yalan evlerine geri dönmekten uzak durarak.         

Sonra işsiz kalınır mesela ya da bir adam sevilir veya terk edilir, beş parasız.
Belinda evleri seni yeniden ikiyüzlü kucağına davet eder. Yeniden kapana kısılmaya, yeniden makarna ve korkunç bir Allah bilgisiyle doldurulmuş evlere.        

Her eğitimli, genç kadının kalbinde bir "Ah Belinda" kâbusu yaşar. Bütün hayat bu kâbusa kıstırılmamak için harcanır. Her gün o evlerin hayatı üzerini örtecek, nefes alamayacaksın korkusuyla daha çok çalışılır. Erkekler belki daha çok para kazanmak, daha başarılı olmak için çalışır. Ama kızlar, lisede derslerine de iş yerindeki ödevlerine de bunun için daha çok çalışır; ele geçirilmemek için! Hırçınsak bu yüzden. Yalan söylemeyi iyi biliyorsak, budur sebebi. Yaşamaya çalıştık. Biz aslında başlangıçta, canlı, kocaman gözlü, korkusuz kız çocuklarıydık.   

Bir daha o oturma odalarının kasavetinde öldürülmemek, sindirilmemek, ikiyüzlü kadınlara dönüşmemek için hep uzağa, daha uzağa gittik, düştük. Biz hep o evlerden uzak durmalıydık. Duracağız da. Çünkü biz yaşamalıyız. Yalnızsa yalnız; o da olur.

 
DOĞAN CÜCELOĞLU’NUN “’MIŞ GİBİ’ YAŞAMLAR” ADLI KİTABINDAN ALINTIDIR.
Cüceloğlu, Doğan (2005), ‘Mış Gibi’ Yaşamlar, Remzi Kitabevi, İstanbul, s. 318-319.

1 yorum:

HeRZaMaNGüLüMSe dedi ki...

Toplumsal cinsiyet rollerinin kadının ikincilleşmesindeki payı ve bunun kadın ruhunda açtığı yaralar.

EN ÇOK OKUNANLAR