Her eğitimli,
genç kadının kalbinde bir 'Ah Belinda' kâbusu yaşar... Hırçınsak bu yüzden.
Yalan söylemeyi iyi biliyorsak, budur sebebi...
Film, tiyatro
oyuncusu Müjde Ar'ın bir prova sırasındaki görüntüleriyle başlar. Tiyatro
yapan, arkadaşlarıyla içen, gülen, sevgilisiyle sevişen bir kadındır Müjde Ar.
Sonra, mecbur kalır "Belinda" adlı bir şampuanın reklam filminde
oynar. Senaryo gereği, orta sınıftan, iki çocuklu bir annedir. Ortalama
hıyarlıkta bir kocası vardır. Fakat çekim sırasında bir acayiplik olur. Belinda
şampuanıyla saçını yıkarken gözünü kapar, gözünü açtığında gerçekten de o
hayatın içindedir artık. Çocukların tıka basa makarna ve korkutucu bir Allah
bilgisiyle doldurulduğu, kaynanaların kifayetsiz muhterisler olarak oturma
odası imparatoriçeliğine oynadığı, bankada çalışılıp akşama da kocanın nikâhla
meşrulaşmış tecavüzlerine maruz kalınan, hep diz altı etek giyilen ve eğlenmek
için kadınların durmadan hizmet ettiği pikniklere gidilen bir hayat. Olaylar
gelişir.
Ebeveynin yalan dünyası
Her kafası
çalışan, sağlıklı kız çocuğu en geç 13 yaşında nefes almak için yalan söylemek
zorunda olduğunu anlar. "Arkadaşlarla ders çalıştık" yalanıyla ilk
aşk yaşanır, "Dershanedeydik" yalanıyla ilk öpüşme.
Kendindeki
insan hamurunu yok etmeye ikna olmayan kız çocukları yalan konusunda
uzmanlaşmak zorundadır. Üniversiteye gelindiğinde, güç bela başka bir şehre
kapak atıldığında karmaşık ve geliştirilmiş yalan kompozisyonu bozulmaz. Bu gizli
ve ikiyüzlü bir anlaşmadır; aslında yalanlar böyle pürüzsüz bir kız çocuğu
olduğuna inanmak isteyen büyükler tarafından söyletilir. Okullar bitip de
"ekonomik özgürlük" kazanılınca en başından beri sürdürülen
"yalan kimlik" bir anda bozulamayacak kadar "yapılandırılmıştır"
artık. Gerçek, bundan böyle yalanla değil mesafelerle korunmaktadır orta
sınıfın pisliğinden.
Yalanların söylendiğini değil, söylettirildiğini anlayacak kadar kitap okunmuştur.
Yalanların söylendiğini değil, söylettirildiğini anlayacak kadar kitap okunmuştur.
Hesabı hayattan
sorulacak hiçbir şeyin hesabı sorulamaz. O yalanların kız çocuğunun ruhunda
bıraktığı geçmez yaraların da üzeri, yeterince büyüdüğünde kendine ait bir
hayatın olduğu (!) tesellisiyle örtülür.
Belinda evine geri dönüş
Bir gün bu
yalanların biteceği fikriyle geçer zaman. Bir daha o boğucu yalan evlerine geri
dönmekten uzak durarak.
Sonra işsiz
kalınır mesela ya da bir adam sevilir veya terk edilir, beş parasız.
Belinda evleri seni yeniden ikiyüzlü kucağına davet eder. Yeniden kapana kısılmaya, yeniden makarna ve korkunç bir Allah bilgisiyle doldurulmuş evlere.
Belinda evleri seni yeniden ikiyüzlü kucağına davet eder. Yeniden kapana kısılmaya, yeniden makarna ve korkunç bir Allah bilgisiyle doldurulmuş evlere.
Her eğitimli,
genç kadının kalbinde bir "Ah Belinda" kâbusu yaşar. Bütün hayat bu
kâbusa kıstırılmamak için harcanır. Her gün o evlerin hayatı üzerini örtecek,
nefes alamayacaksın korkusuyla daha çok çalışılır. Erkekler belki daha çok para
kazanmak, daha başarılı olmak için çalışır. Ama kızlar, lisede derslerine de iş
yerindeki ödevlerine de bunun için daha çok çalışır; ele geçirilmemek için!
Hırçınsak bu yüzden. Yalan söylemeyi iyi biliyorsak, budur sebebi. Yaşamaya
çalıştık. Biz aslında başlangıçta, canlı, kocaman gözlü, korkusuz kız
çocuklarıydık.
Bir daha o
oturma odalarının kasavetinde öldürülmemek, sindirilmemek, ikiyüzlü kadınlara
dönüşmemek için hep uzağa, daha uzağa gittik, düştük. Biz hep o evlerden uzak durmalıydık.
Duracağız da. Çünkü biz yaşamalıyız. Yalnızsa yalnız; o da olur.
Cüceloğlu, Doğan (2005), ‘Mış Gibi’ Yaşamlar, Remzi Kitabevi, İstanbul, s. 318-319.
1 yorum:
Toplumsal cinsiyet rollerinin kadının ikincilleşmesindeki payı ve bunun kadın ruhunda açtığı yaralar.
Yorum Gönder